Allah be, işte bu senenin pırlanta albümü. Hardcorecul bir arka fon üzerine ikinci gitarla yaratılan acayip atmosferin içinde coşkulu vokaller oturtulunca böyle bir başyapıt çıkmış. Our Own Ebb and Flow'un iyimser melodikliğiyle Father'ın koyu karanlığı birbirlerini takip ederken en ufak biçimde sırıtmıyorlar. Winter Wasteland ise geride bırakıyor olduğumuz senenin en acayip şarkılarından biri. Başka şey dinleyemez oldum -o kadar iyi bir kayıt işte.



Lost In Bazaar, İstanbul'un mütevazı denilebilecek büyüklükteki punk camiasından son beş senede çıkan işler arasında ışıl ışıl parıldayan bir kayıt yaptı bu sene. 'Here We Are...'ın olgunluğu ve amatörlüğü, tutkusu ve zalimliği az bulunur cinsten. Aylar boyunca o kadar tuhaf yerlerde dinledim ki bu albümü: Moskova-Amsterdam trenleri ve kuzeyin soğuk yaz güneşi altında; İstanbul-İzmir karayolunda gecenin bir vakti arabanın teybinde; bomboş bir kütüphanenin sıra sıra rafları arasında. Alper'in salak ve hunhar davulları güzel sözlerle birleşiyor, kafamı kırıyor yine bu İstanbul akşamında. İndirin, paylaşın anasını satayım.

Küçük dostlarım Dead To Me 10 Kasım 2009'da çıkarıyor yeni albümleri African Elephants'ı. İşte şarkı listesi:
- X
- Modern Muse
- Nuthin Runnin Through My Brain
- A Day Without a War
- Bad Friends
- Liebe Liese
- Cruel World
- Three Chord Strut
- California Sun
- Fell Right In
- I Dare You
- Tierra del Fuego
- Blue

Ramming Speed'i vokali Skulls'ın Bones Brigade sonrası işlerini araştırırken farketmiştim geçen yıl. Zebani gibi bir ekip bu. Brigade'deki punk dozajının azaltımı, vokalin danalaşması ve temponun korunumu yoluyla elde ediyorsunuz Ramming Speed'i. Kemiklere kadar thrash, iliklere kadar punk, kafamı kırarcasına metal bir albüm.

Direnistanbul'un öncülüğünde organize edilen Resistfest, 30 Eylül ve 1 Ekim günlerinde İstiklal Caddesi üzerinde Türkiye Komünist Partisi'nin ofisinin bulunduğu Rumeli Han'daki Haymatlos isimli mekanda gerçekleşecek -barın ismi manidar. Oi Polloi, Malazlar ve Cemiyette Pişiyorum gibi sevimsiz ve harika grupları dinlemek; bizim kız-bizim oğlan biçiminde dayanışmak için hoş bir fırsat.


Interpunk'a vermişler bu kayıtlarını -Interpunk'ta Türkiye'den bir grup görmek ilginç oldu-; edindim, dinliyorum da bir aydır falan. Temiz bir iş. Şarkılardan bir kaçı görece eski, bir kaçını ise ilk defa burada dinledim. EP'nin zayıf halkası şarkı#4, zirvesi ise 'Arkana Bakma'. Dönemdaşları gruplar arasından skavari öğeleri barındıran bir kaç gruptan biri olmalarını ise seviyorum -'Balıklı Rum, Balıkçı Ruhum' o damardan bir şarkı.


--the Fest, nesin ya..

25 Temmuz Cumartesi, saat 1500
Kemancı Bar
Kemancı Bar
Gönül isterdi ki Ultimate Blowup, Haossaa, Malazlar ve özellikle sahnede henüz hiç izlemediğim Never Reach Home da çalaydı. Bu line-up ile de nefis bir gün olacağı belli. Distrolar ve Pati Patu Prima Records stand açacak, fanzinler dağıtılacak vesaire. Sık olmuyor böyle günler, bilirsiniz..

Jesse Michaels'ın kırkıncı yaşı ve Operation Ivy'nin dağılmasının yirminci sene-i devriyesinde Classics Of Love'ın ilk kaydı. Özellikle Countdown'da Revolution Summer emocore'unun ve 80'ler başı post-punk furyasının etkileri çok bariz. Keza Time Flies ve Walking in Shadows'da da post-punk gitarları görüyoruz. Diğer parçalar tipik Jesse işleri; bolca Common Rider esintisi var. Senenin merakla beklenen kayıtlarındandı bu; buyrun.
Post-hardcore, şemsiye işlevi gören bir etiket. Kapsayıcı yüzeyinin genişliği göz önünde bulundurulursa, açıklayıcı ve betimleyici özelliğini büyük ölçüde yitirmiş bir etiket -bu nedenden ötürü bir grubun işini upload ettiğim zaman, bloga gönderdiğim girdinin etiketler kısmında bu tanımı kullanıyorsam, ancak genel bir izlenim vermesi amacıyladır. Girdinin içeriği, bu tanımı özelleştirerek kayıttan beklentiyi daha belirgin ve somut kılma amacıyla zenginleştirilir. Post-hardcore şemsiyesinin altına üşüştüğü fikri genel kabul gören müzik gruplarının pek çoğunun, çıkardıkları sesler bakımından birbirleriyle ancak 'uzaktan akrabalık' türünden bir ilişki içinde olduklarını söyleyebiliriz. Hüsker Dü, Jawbox, Glassjaw ve Funeral Diner'ın teğellendiği ortak noktalar, bu şemsiyeyi dik tutan sacayaklarıdır.
İki binlerin ilk on yılı boyunca 'post-hardcore'un, bünyeinde önemli yoğunlukta ses akışı olan damarlarından birini tanımlayan; bu on yıla damgasını vuran devasa cüsseli grup Hot Cross'un ruhuna -şimdilik fatiha. Kendilerinin, hacmi düzenli biçimde genişlese de bu on yılın ana akım haline gelebilmiş türlerinin alıcı kitlesiyle kıyaslandığında mütevazı bir büyüklükte kaldığını iddia edebileceğimiz bir çevre dışında tanınmalarının bir nedeni, davulcuları Greg'in Interpol'un kurucu üyelerinden biri olduğunun öğrenilmesi oldu. Sanırım bu Hot Cross'a dair en ufak ayrıntı. Buna ek olarak Greg'in aynı zamanda Level Plane'in kurucusu olduğu ve şirketi halen kendisinin yönettiğini söyleyebiliriz mesela.
Bu ilk kayıtları, A New Set of Lungs, çağdaş bir klasik oldu. Billy'nin vokallerinin gücü, titreyen bassın yer yer incecik bir ip üzerinde sürekli zıplayıveren dinamiklikte & yer yer ve birden geçişlerle öncüllerinin mirasına yakışır bir yoğunluğa kayan bir gitarla birlikteliğinin meyvesi bu mini albümü, grubun güzel hatırası namına paylaşıyorum.
İki binlerin ilk on yılı boyunca 'post-hardcore'un, bünyeinde önemli yoğunlukta ses akışı olan damarlarından birini tanımlayan; bu on yıla damgasını vuran devasa cüsseli grup Hot Cross'un ruhuna -şimdilik fatiha. Kendilerinin, hacmi düzenli biçimde genişlese de bu on yılın ana akım haline gelebilmiş türlerinin alıcı kitlesiyle kıyaslandığında mütevazı bir büyüklükte kaldığını iddia edebileceğimiz bir çevre dışında tanınmalarının bir nedeni, davulcuları Greg'in Interpol'un kurucu üyelerinden biri olduğunun öğrenilmesi oldu. Sanırım bu Hot Cross'a dair en ufak ayrıntı. Buna ek olarak Greg'in aynı zamanda Level Plane'in kurucusu olduğu ve şirketi halen kendisinin yönettiğini söyleyebiliriz mesela.
Bu ilk kayıtları, A New Set of Lungs, çağdaş bir klasik oldu. Billy'nin vokallerinin gücü, titreyen bassın yer yer incecik bir ip üzerinde sürekli zıplayıveren dinamiklikte & yer yer ve birden geçişlerle öncüllerinin mirasına yakışır bir yoğunluğa kayan bir gitarla birlikteliğinin meyvesi bu mini albümü, grubun güzel hatırası namına paylaşıyorum.
Norveç'in sağlam gruplarından Dominic ve Avrupa'nın en güzel seslerinden bazılarını basan Denovali'nin bu seneki çarpıcı kayıtlarından biri. 'End of Man'e geliniz; bilindik bir hardcore-emo formülü uygulanmış, çok da nefis bir şarkı olmuş. JoeCole'a selam, yola devam..

Malady'i dinlediğim ilk vakitler -2005'e tekabül ediyor; yüreğim bu albümün gücüyle nasıl da kolay ezilirdi. Bu topraklar için tipik olmayan, ancak bütünüyle atipik sayılamayacak kadar yaygın türden bir küçük burjuva kültürel formasyon, benim, Malady'nin ürettiği türden seslere açık, ve açık olduğu ölçüde kuşkucu bir yaklaşım türetmeme olanak verdi. Malady'nin bu ilk ve tek kaydını bir kaç sene sonra, bugün, yeniden dinlediğimde, ilk izlenimlerim ve bu yoğun müziğin üzerimde üç-dört sene önce uyandırdığı hakim hissiyatın nasıl bir dönüşüme uğramış olduğunu farkına varmam çarpıcı sayılabilecek bir tecrübe idi. Aradan geçen süre dahilinde, yorumlayışımın; sanat ve özellikle müzik hususunda, 'öğrenim'le elde edilen ve dolaysız tecrübe pratiğiyle girdiği etkileşim esnasında gerçeğin algılanışını köklü bir yeniden organize etme faaliyetine tabi tutan bilginin birikimsel çoğalışının etkisiyle dönüşüme uğradığını -dönüşümün durmaksızın devam ettiğini söyleyebilirim. Yakıcılığını kanarcasına hissettiğim onca ses, bir zamanlar ifade ettikleri pek çok şeye denk düşmez olmuş. Bireysel acının; birebir maruz kaldığın oranda gerçek ve fizikselliğinden kaynaklanan bireysel niteliğinin dolaysız biçimde eksik/aldatıcı (yine de gerçek) -acının denk düştüğü toplumsal gerçekliğe vurgu yapılmadan sunumu, beni rahatsız etmese de, bu türden bir sunumun gerçekleştirildiği esere önemli ölçüde kayıtsız kalmama yol açmaya başlamış. Malady'nin bu albümü hala çok güzel. Tek bir 'hafif' şarkı yok; hepsi kaya gibi, buldozer gibi. Ve benim yüreğim, acının betimlenimi yoluyla en az eskiden olduğu kadar ezilebiliyor. Tek değişen, acının kimin acısı olduğu ve bunun sunum metodu konularında göreli olarak hassaslaşmış olmam.
1992'nin dokusunu 80'lerin ilk yarısının DC punk sahnesinden gelen damar ve şehrin 85 Devrim Yazı'nın sesiyle birleştirince ortaya Thog çıkıyor. Esasen '84 çıkışlı Food For Thought albümleri, Thog'dan çok daha sağlamdır ama bu '92 işinin içine işlemiş sentezin ilgi çekici kimyasından ve pop duyarlılığından yoksundur. Dischord diskografisinin pek tutmadığım bir döneminin en dinlenesi albümlerindendir Thog..




'90ların ortasının yeraltı ve sakat emo dünyasından kayıp, asla CD'ye basılmamış bir kayıt. Embassy'nin ağlak, düşmeye meyilli gitarları ve Jeff'in gırtlak yakan sesi dönemin güzel bir özeti aslında.

Herneyse, bu durumda da albümü muadillerinden farklı kılan, kuzey ışıklarının altında yayılarak dağılan vokaller değil. Albümü güzel ve blogda paylaşmaya değer bulmamı sağlayan unsur, bahsi geçen uçucu vokallerin, şarkıları yer yer epik hale getiren güçlü ve orta tempo davul ritmleriyle birliği. Albümde bahsettiğim şeyin gerçekleştiği bir kaç şarkı var -Instantly Loved, Will You Tell Me Then; çok güzel. Memories of Places We've Never Been ise hakiki bir kalp kırıcı.





Propagandhi'nin durumu da biraz böyle işte..
Gel oğul gel
Sana kurban olayım oğul
Gel oğlum Yusufum gel
Sonbahar geçti de, kış mı geldi oğul
On yıl bir delikte kaldın da oğul
Yüreğin mi çürüdü oğul
Benim Yusufum, oğlum
Yüreğine kurban olayım oğul
Gel oğlum Yusufum gel
Büyük derdin vardı da oğul
Bana söyleyemedin mi oğul
Gel oğlum Yusufum gel
Benim Yusufum, oğlum
Bembeyaz alnına ve uzun burnuna oğul
Kurban olayım ben oğlum
Gel oğlum Yusufum gel
Senin için bahar olmadığını biliyordun da oğul
O yüzden mi kışın yaylaya çıktın oğul
Gel oğlum Yusufum gel
Benim Yusufum, oğlum
Sana kurban olayım oğul
Gel oğlum Yusufum gel
Sonbahar geçti de, kış mı geldi oğul
On yıl bir delikte kaldın da oğul
Yüreğin mi çürüdü oğul
Benim Yusufum, oğlum
Yüreğine kurban olayım oğul
Gel oğlum Yusufum gel
Büyük derdin vardı da oğul
Bana söyleyemedin mi oğul
Gel oğlum Yusufum gel
Benim Yusufum, oğlum
Bembeyaz alnına ve uzun burnuna oğul
Kurban olayım ben oğlum
Gel oğlum Yusufum gel
Senin için bahar olmadığını biliyordun da oğul
O yüzden mi kışın yaylaya çıktın oğul
Gel oğlum Yusufum gel
Benim Yusufum, oğlum
Yaşam; iradi müdahaleye başvurulmadığı takdirde, görünen ve verilene razı olduğumuz bir mücadele alanı. Ben de, kendimi sıklıkla bu müdahaleyi gerçekleştirmekten aciz bir ruh hali içinde bulurum. Güçsüz, yalnız ve görünenden ötesini keşfetmeye mecali kalmamış bir insan. Hastalıklı bir biçimde 'bireyselliğin' ve bu doğrultuda 'kendi dertlerinin' kıskacında bir yürek. Türlü itkiler, yüzeyin altına dalmam konusunda beni itekler durur. Birbirlerinden koparılamayacak olan politik, insani ve ahlaki sorumlulukların bilinci yorgun bedenimi motive eder; kendi bedenimin ötesindeki bedenleri kurtararak kendimi kurtarma yükümlülüğünün bilinci her gün tepemde kılıç misali sallanır durur: Benim için bu bilinci yoksaymanın sonuçlarından biri, 'tamamlanmamış', esir bir bedenin 'farkında' bir vaziyette tadılan acılı ölümü ise bir diğeri de farkına varmış olma halinin konfora yönelik eğilimlerle bastırılarak mutluluğu aşağılık biçimde 'gerçek olmayan' ihtiyaçların tatmininde aramaktır; ne mutlu ve ne yazık, ikisi de değişik formlarda dahi olsa ölümdür ve ben ölmek istemiyorum.
Benim, hızlı ve thrashçil punk'a duyduğum yürek yakınlığının kökü bu maddi temelde yatar. Düşük motivasyonun ufuksuzluğunu aşmak için bu kaynaktan güç alırım. Esas dilimin İngilizce olmamasının faydalarından biri de burada: Şarkı sözlerine sıklıkla hakim unsurlar olan anarşistçe otorite karşıtlığının sevimsizliği ve scene sataşmalarının yersizliğini yoksayabilirim. Sözleri okumadığım yahut bildiğim halde yoksaydığım müddetçe biçim ve içeriğin ayrılmaz bütünlüğünü yararak forma odaklanabilirim. Formun, atıllığı canice katleden kararlılığından, gerekli gördüğüm müdahaleyi gerçekleştirmek adına ilham alabilirim.
Cut The Shit'in Harmed and Dangerous'ı '00li yılların Amerikan hardcore punk'ı söz konusu olduğunda, zamanla unutulmuş klasiklerden biri haline geleceğini düşündüğüm bir albüm. Boston-New York kırması bu albüm, döneminin skate/thrashcore altında sıralayabileceğimiz muadillerinin yanında üzerine bulanmış kir ve toz nedeniyle ışıl ışıl parlıyor. Sözlerden fazla bir şey beklemeyelim; gündelik olanın eleştirisi, Boston camiasına sokuşturmalar vs. Suratıma fırlatılan bu sözleri kriptik dizelere yine de tercih etmez miyim? Ederim.
Ben, on sekiz şarkının döndüğü on sekiz dakika boyunca içe döndüm ve güç topladım. Şimdi sıra dışa yönelip müdahale etmekte..
Benim, hızlı ve thrashçil punk'a duyduğum yürek yakınlığının kökü bu maddi temelde yatar. Düşük motivasyonun ufuksuzluğunu aşmak için bu kaynaktan güç alırım. Esas dilimin İngilizce olmamasının faydalarından biri de burada: Şarkı sözlerine sıklıkla hakim unsurlar olan anarşistçe otorite karşıtlığının sevimsizliği ve scene sataşmalarının yersizliğini yoksayabilirim. Sözleri okumadığım yahut bildiğim halde yoksaydığım müddetçe biçim ve içeriğin ayrılmaz bütünlüğünü yararak forma odaklanabilirim. Formun, atıllığı canice katleden kararlılığından, gerekli gördüğüm müdahaleyi gerçekleştirmek adına ilham alabilirim.
Cut The Shit'in Harmed and Dangerous'ı '00li yılların Amerikan hardcore punk'ı söz konusu olduğunda, zamanla unutulmuş klasiklerden biri haline geleceğini düşündüğüm bir albüm. Boston-New York kırması bu albüm, döneminin skate/thrashcore altında sıralayabileceğimiz muadillerinin yanında üzerine bulanmış kir ve toz nedeniyle ışıl ışıl parlıyor. Sözlerden fazla bir şey beklemeyelim; gündelik olanın eleştirisi, Boston camiasına sokuşturmalar vs. Suratıma fırlatılan bu sözleri kriptik dizelere yine de tercih etmez miyim? Ederim.
Ben, on sekiz şarkının döndüğü on sekiz dakika boyunca içe döndüm ve güç topladım. Şimdi sıra dışa yönelip müdahale etmekte..
Kinsella kardeşlerden Mike'ın geniş diskografisinin büyük kısmına hakim değilim, fakat Tim'in sevmediğim bir kaydı yoktur diyebilirim. Her ikisinin de söz yazma hususunda olağandışı bir becerileri olduğunu düşünmüyorum fakat Cap'n Jazz kökünden doğarak yeşeren ağacın, 90'ların ikinci yarısında ikinci dalga emo'dan math rock ve yumuşak tınılı gitar pop'una kadar uzanan bir skalaya yayılan güçlü bir geleneği temsil ettiğini söyleyebilirim. Timmy'nin Owen mahlası altında çıkardığı bu ikinci albüm de, American Football'un kaydedilmiş iki işinin izinden gidiyor. İlk albümün geneline hakim olan donukluğun yerinde, biraz daha parmak şıklatmaya sevkedecek bir tempo ve akışkanlık var. Her ne kadar ilk albüm, Owen diskografisinde en beğendiğim ve uzun süreyle dinlediğim iş olsa da, gruba ilk kez dalacakların 'I Do Perceive.' ile başlamalarının daha yerinde olacağına karar verdim.

Propagandhi açıkladı. 10 Mart 2009'da çıkacak yeni albümlerinin adı Supporting Caste. Şarkı listesi şu şekilde:
- Night Letters
- Supporting Caste
- Tertium Non Datur
- Dear Coach's Corner
- This is Your Life
- Human(e) Meat (The Flensing of Sandor Katz)
- Potemkin City Limits
- The Funeral Procession
- Without Love
- Incalculable Effects
- The Banger's Embrace
- Last Will and Testament
Yalan söylemiş olmayayım; Tim Kasher'in sesiyle bir derdim hiç olmadı fakat Cursive'in şarkılarının etrafında döndüğü umutsuzluk/hayal kırıklığı/kaybeden adam temalarının kendisi tarafından formüle ediliş biçimine kimi zaman tahammül edemiyorum -neyse ki ana dilim İngilizce değil ve böylece istediğim zaman şarkı sözlerini yoksayma gibi bir lükse sahibim. Burst and Bloom, Cursive diskografisinin harika üçlüsününden biri. En beğendiğim albümleri olan 2000 tarihli Domestica'nın ardılı ve çoğu kimsenin en beğendiği Cursive işi olan 2003 çıkışlı The Ugly Organ'ın öncülü. Ugly Organ'ın çıkışından sonra gruptan ayrılacak olan çellist Cohn'un Cursive'deki ilk kayıtları da bu EP'de yeralıyor. Oldukça güçlü ve sağlam bir kayıt bu.. Bir de, 'The Great Decay' ve 'Mothership...'in girişlerinin Emogame'in başlarında döndüğü bilgisini ekleyeyim.
90'lar emosu'na dair albüm kapağından vokal tarzına; gitardaki gürültülü/yumuşak geçişlerinden şarkı sözlerine; türü belirleyici kılan tipik her türlü öğeyi içeren bir albüm bu. Left at Yale, açıkçası ismini bile duymadığım gruptu bundan bir kaç ay öncesine kadar. Kendileri hakkında internet üzerinden neredeyse hiçbir şey bulmak mümkün değil; o nedenle -Onur sözüm sana, bu albümü kesinlikle dinlemelisin.
Albümün sesini tanımlamak için 'Plan-It-X tarzı' dersem hata etmiş olmam. '90lı yılların ikinci yarısından bu yana Amerika punk'ının kimi en özgün gruplarına ev sahipliği yapmış bu label'ın son yıllarına damgasını vuran 'folk punk' ekiplerine özgü neşeli ve melankolik, temiz ve basit ses Good Luck'a da sirayet etmiş. Çok güçlü bassline'lar üzerinde, yine label'ın gruplarının pek çoğunda görülebilecek türden bağırtkan ve umutlu vokaller işlenmiş. Herneyse, çok uykum var, kulağımda çılgın atarlı müziklerle uyuyacağım..
Timmmbeeeerrrr!! 2007 yazından bir kayıt ama fena halde 80'lerin ikinci yarısının Devrim Yazı tonlarını taşıyor -keza arkadaşlar zaten Gaithersburg/Maryland'den; DC'ye yirmi dakikalık araba yolculuğu mesafesi. Bu demo, geride bıraktığımız sene ele geçirdiğim 'nadir kayıtlar'dan en şaşırtıcısı (şimdi aklıma geldi de, yine aynı bölgenin 2005-sonrası gruplarından End Of A Year'e baya benziyor bunlar).
Slowride'ı gözümde farklı kılan unsurlardan biri, Deep Elm kataloğuna kattıkları kavurucu çöl sıcağı ise bir diğeri, kuşku yok ki, Dan Phillips'in sesiydi. Bu adamın sesi, müziğin -kendilerinden pek de haz etmediğimi itiraf etmem gereken Nick Cave, Tom Waits gibi yalnız ve viskici adamlarının seslerinde rastlayabileceğiniz, doğru koşullar altında dinlenilmediği takdirde irite edecek olan baygın tınıya sahip. Slowride'ın otoyolda 220 km/s süratine yaraşır şarkılarında bile bu tınıyı farketmek mümkündü.
Dan Phillips'in Slowride'ın dağılmasının ardından müzikle uğraşmaya devam edip etmeyeceğini merak ediyordum. Geride bıraktığımız senenin ilk yarısında True Widow'u kurmuş olduğunun haberi, senenin son çeyreğinde ise ilk kayıtları geçti elime. Kısır sayılabilecek bir senenin en sevdiğim bir kaç albümünden olan bu işinde Dan ve yeni ekibi beynimi müthiş ağır bir tempoda eritiyorlar. Bizimkinin sesi ve gitarı, shoegazecil sisli bir atmosfere stoner kafası ekliyor.
Sabah akşam dinleyip kafa olasınız diye yüklemiyorum da; siz de bilirsiniz, True Widow'unki gibi sesler, kafanda patlayan onca düşüncenin yarattığı uğultunun seni bütünüyle ele geçirmesi önler; geçmişte bıraktığın hayatının ufukta kaybolan karanlığından sana doğru seslenen kimi hislerin uzakta bir yerlerde hala yaşıyor olduğunu hatırlatır: Bunun adı da nostaljidir -kötüdür esasen de, duruma göre, nadiren ferahlatıcı bile olabilir.
Dan Phillips'in Slowride'ın dağılmasının ardından müzikle uğraşmaya devam edip etmeyeceğini merak ediyordum. Geride bıraktığımız senenin ilk yarısında True Widow'u kurmuş olduğunun haberi, senenin son çeyreğinde ise ilk kayıtları geçti elime. Kısır sayılabilecek bir senenin en sevdiğim bir kaç albümünden olan bu işinde Dan ve yeni ekibi beynimi müthiş ağır bir tempoda eritiyorlar. Bizimkinin sesi ve gitarı, shoegazecil sisli bir atmosfere stoner kafası ekliyor.
Sabah akşam dinleyip kafa olasınız diye yüklemiyorum da; siz de bilirsiniz, True Widow'unki gibi sesler, kafanda patlayan onca düşüncenin yarattığı uğultunun seni bütünüyle ele geçirmesi önler; geçmişte bıraktığın hayatının ufukta kaybolan karanlığından sana doğru seslenen kimi hislerin uzakta bir yerlerde hala yaşıyor olduğunu hatırlatır: Bunun adı da nostaljidir -kötüdür esasen de, duruma göre, nadiren ferahlatıcı bile olabilir.