IMF ile yeni bir stand-by anlaşması gündemdeyken bunu paylaşmanın anlamlı olabileceğini düşündüm.
Birinci Dünya Savaşı ile sona eren 'uzun 19. yüzyıl'ın ardından gelen kısa ardılının eşiği, Hobsbawm tarafından 1991 olarak tanımlanmıştı -bu günlerden sonra bu eşiği 2008'e çekmek yahut 1979-2008'i bir geçiş dönemi olarak nitelemek mümkün olacak mı? Yeni yüzyılımız gösterecek.. İşte böylesi türbülansı bol bir dönemde, 24 Ocak Kararları'nı, 1973 krizi ile 1970'li yılların sonuncusunda esmeye başlayan Thatcher-Reagan rüzgarının etkisinde okumanın faydalı olduğunu düşünüyorum. 24 Ocak Kararları bizzat neo-liberalizmin çocuğu olmasa dahi, dünya çapında Keynesgil politikalardan sert bir dönüş anlamına gelecek olan ekonomi politikalarının doğum rüzgarlarının etkisinde bir adam ve ekibi tarafından kaleme alındığı biliniyor.
Geride bırakılan on yıla damgasını vurmuş olan ithal ikameci politikalar ve karma ekomiden, fason üretim odaklı/ihracata yönlendirilmiş bir ekonomiye geçiş; Türkiye'nin uluslararası sermayeye eklemlenme sürecinde taşları yerinden oynatan, tarihi bir noktadır. İhracat ve yabancı sermaye teşvikleri ve tarım sübvansiyonlarının kısılmasını öngören değişiklikler ile Lira'nın devalüasyonu, kararların açıklanmasını takip eden süreçte gerçekleştirilmiştir.
Bu, yaklaşık kırk dakikalık bir kayıt. Şayet sabrederek sonuna kadar dinleyecek olursak, kapitalizm ve iktisadi/siyasi liberalizmin ideologlarının beynimize kakmaya çalıştığının aksine, ekonomi ve siyaset alanlarının birbiriyle nasıl göbekten bağlı olduğunu rahatlıkla anlayabileceğiz arkadaşlar. Kapitalizmin içinde bulunduğumuz (ve rahatlıkla iddia edebiliriz ki, ardılına yol vermek amacıyla aramızdan bir süre sonra ayrılacağı) şişkinlik evresinin saldırıları altında, ekonomi alanının, giderek teknokratik bir kimliğe büründürülmeye; yalnızca 'konunun uzmanları' tarafından çekip çevrilebilecek bir bölge olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Süleyman Demirel'in dinleyecek olduğunuz 24 Ocak Savunusu ise, bu saldırıya inat, istemeden de olsa bize tersini gösteriyor.
24 Ocak'ı, Erdal'ın idam kararını imzalayan, Ulaş'ı, Türkler'i, Mahir'i ve binlerce altın yüreği kurşunlatan elleri hatırlayalım. O eller ki; cazırdayan metale düşen alınterini, yerin metrelerce altında kazmaya sarılan, bugünü ve gerçeği kavrayarak yazan ellerin tarihini, halkın böğrüne yapışan kanlı parmaklarıyla silmeye çalıştı: Silemediler, silmeleri asla mümkün olmayacak.. Ben değil, tarih söylüyor bunu. Dilerim 2008'in güzünde, bu aşağılık adamın sesi, özgürlüğe saydığımız adımları bir parça da olsa sıklaştırır..
Birinci Dünya Savaşı ile sona eren 'uzun 19. yüzyıl'ın ardından gelen kısa ardılının eşiği, Hobsbawm tarafından 1991 olarak tanımlanmıştı -bu günlerden sonra bu eşiği 2008'e çekmek yahut 1979-2008'i bir geçiş dönemi olarak nitelemek mümkün olacak mı? Yeni yüzyılımız gösterecek.. İşte böylesi türbülansı bol bir dönemde, 24 Ocak Kararları'nı, 1973 krizi ile 1970'li yılların sonuncusunda esmeye başlayan Thatcher-Reagan rüzgarının etkisinde okumanın faydalı olduğunu düşünüyorum. 24 Ocak Kararları bizzat neo-liberalizmin çocuğu olmasa dahi, dünya çapında Keynesgil politikalardan sert bir dönüş anlamına gelecek olan ekonomi politikalarının doğum rüzgarlarının etkisinde bir adam ve ekibi tarafından kaleme alındığı biliniyor.
Geride bırakılan on yıla damgasını vurmuş olan ithal ikameci politikalar ve karma ekomiden, fason üretim odaklı/ihracata yönlendirilmiş bir ekonomiye geçiş; Türkiye'nin uluslararası sermayeye eklemlenme sürecinde taşları yerinden oynatan, tarihi bir noktadır. İhracat ve yabancı sermaye teşvikleri ve tarım sübvansiyonlarının kısılmasını öngören değişiklikler ile Lira'nın devalüasyonu, kararların açıklanmasını takip eden süreçte gerçekleştirilmiştir.
Bu, yaklaşık kırk dakikalık bir kayıt. Şayet sabrederek sonuna kadar dinleyecek olursak, kapitalizm ve iktisadi/siyasi liberalizmin ideologlarının beynimize kakmaya çalıştığının aksine, ekonomi ve siyaset alanlarının birbiriyle nasıl göbekten bağlı olduğunu rahatlıkla anlayabileceğiz arkadaşlar. Kapitalizmin içinde bulunduğumuz (ve rahatlıkla iddia edebiliriz ki, ardılına yol vermek amacıyla aramızdan bir süre sonra ayrılacağı) şişkinlik evresinin saldırıları altında, ekonomi alanının, giderek teknokratik bir kimliğe büründürülmeye; yalnızca 'konunun uzmanları' tarafından çekip çevrilebilecek bir bölge olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Süleyman Demirel'in dinleyecek olduğunuz 24 Ocak Savunusu ise, bu saldırıya inat, istemeden de olsa bize tersini gösteriyor.
24 Ocak'ı, Erdal'ın idam kararını imzalayan, Ulaş'ı, Türkler'i, Mahir'i ve binlerce altın yüreği kurşunlatan elleri hatırlayalım. O eller ki; cazırdayan metale düşen alınterini, yerin metrelerce altında kazmaya sarılan, bugünü ve gerçeği kavrayarak yazan ellerin tarihini, halkın böğrüne yapışan kanlı parmaklarıyla silmeye çalıştı: Silemediler, silmeleri asla mümkün olmayacak.. Ben değil, tarih söylüyor bunu. Dilerim 2008'in güzünde, bu aşağılık adamın sesi, özgürlüğe saydığımız adımları bir parça da olsa sıklaştırır..
binayaleh yarının gelişi dünden belliymiş